11/18/2010

Dünya Nüfusunun Analizi İçin

Değerli meslektaşlarım,


Hepimizin bildiği üzere dünya nüfusu artan bir hızla yaşlanma sürecine girdi. Gelişmiş ülkelerde yaşanan düşük doğum oranları ve yaşlanan nüfus nedeniyle, gelişmekte olan ülkeler odak noktası haline geldi. 


Eğer dünya nüfusunun son durumu ve 2050 yılı projeksiyonlarının ne olduğu ile ilgileniyorsanız, size Population Reference Bureau'nun web sitesini ziyaret etmenizi özellikle tavsiye ediyorum.


Sitenin linki http://www.prb.org/Publications/Datasheets/2010/2010wpds.aspx


Araştırmalarınızda faydalı olacağını düşünüyorum...

İnsani Gelişim Endeksi ve Türkiye

Bundan önceki birkaç yazımda, Türkiye'nin rekabet edebilirlik durumuna değinmiştim ( http://ikgunluk.blogspot.com/2010/09/turkiyenin-rekabet-edebilirlik-duzeyi.html). Durumun pek parlak olmadığı verilerle çok net bir biçimde anlaşılıyordu.


Birleşmiş Milletler, bu sene 20.sini hazırladığı İnsani Gelişim Raporu'nu 4 Kasım'da tüm dünyayla paylaştı. Raporun detaylarını http://hdr.undp.org/en/statistics/ linkinden bulabilmek mümkün. Bu yazıda, ülkemizin durumunu özet bir görünümünü aktarmak istedim.


İnsani Gelişim Endeksi, 169 ülkeyi kapsayan ve sağlık, eğitim ve gelir ana başlıklarıyla değerlendirme yapan bir araç. 2010 yılında ilk on sırada; Norveç, Avustralya, Yeni Zelanda, ABD, İrlanda, Liechtenstein, Hollanda, Kanada, İsveç ve Almanya'nın yer aldığı görülmekte.


Peki güzel ülkemiz ne durumda? 


169 ülkenin sıralandığı endekste, 0,679'luk değeriyle 83.sırada yer almaktadır. 2008 ve 2009 yıllarında bu değer 0,674 olarak hesaplanmış, geçen sene de 79.sırada görülmekteyiz. 


Hangi ülkelerin arkasından sıralanmışız? 


Bu sorunun yanıtını ararken inanın gözlerim faltaşı gibi açıldı: İşte size örnekler; Karadağ, Romanya, Trinidad, Panama, Kazakistan, Azerbaycan, Bosna, İran, Ermenistan... Daha başka ülkeler de var tabiiki, ben biraz daha çarpıcı olanlarını koymak istedim.


Dediğim gibi, fazla detaya boğmayacağım bu yazıyı. Arzu edenler en ince detayına kadar yukarıdaki linkten analiz yapabilirler.


Şimdi biz ekonomik olarak büyüyoruz ya; hani öyle diyorlar...


Biraz dizi repliğini andırır gibi bitmiş olacak yazı ama, denk geldi artık...


Mesele rakamları alt alta koyup, çıkart böl yaparak kağıt üstünde ekonomik büyüme yüzdesi bulmak değil... Asıl mesele gelişerek, çağdaşlaşarak adam gibi büyümek...





11/17/2010

Çeşitli İş Hukuku Davaları ve Sonuçları-6

Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan bir haber, ilginç bir iş hukuku davasında Yargıtay'ın kararını içeriyordu. Davanın konusu, bir çalışanın patronuyla anlaşarak, sigortalı olma durumundan vazgeçmesiydi. Yazıyı aynen aktarıyorum:


Sigortasız çalıştığı için 8 yıl önce işveren aleyhine Antalya 1.İş Mahkemesi'ne dava açan davacının lehine sonuçlanan davayı işveren temyize götürdü. Ancak, bu süre içerisinde taraflar aralarında anlaştı ve bunun üzerine davacı, Yargıtay aşamasındaki davasından feragat ettiğini bildirdi. 


Yargıtay 10.Hukuk Dairesi, sosyal güvenlik hakkının dokunulamaz ve feragat edilemez bir hak olduğu gerekçesiyle davacının bu talebini kabul etmedi. Çalışanın işe başlamasıyla birlikte kendiliğinden sigortalı olacağı belirtilen ilamda, sigortalı olmanın bir hak değil, zorunluluk olduğu vurgulandı.


Yargıtay bu kararına gerekçe olarak ise sosyal güvenlik hakkının "dokunulamaz ve feragat edilemez" bir hak olmasını gösterdi. 1982 Anayasası'nın 12.maddesinde de bu hükme yer verildiğine işaret eden Yargıtay'ın kararında, kimsenin dava açmaya zorlanamayacağı gibi açılan davanın da sonuna kadar takip edilmeye zorlanamayacağı belirtildi. Ancak sigortalılık süresinin tespiti için açılan davaların feragat halinde bile sona ermeyeceği kaydedildi. Davacı davasından vazgeçse bile hakimin davayı sürdürmekle yükümlü olduğu vurgulandı. Yargıtay'ın bu kararının ardından davaya devam edilecek ve davacının eksik primleri tahsil edilip, işeverene ceza kesilecek. 

11/14/2010

Moral Bozucu Bir Rapor... İş'te Gençlik

Ankara Ticaret Odası tarafından TÜİK Haziran ayı işgücü istatistikleri temel alınarak hazırlanmış olan "İş'te Gençlik" raporunun sonuçları geçtiğimiz günlerde yayınlandı. 


Raporun bana göre özü şu: Genç nüfus sayısı gelişmiş ülkelerin oldukça üzerinde seyretmekte. Ancak, bu gençlerimizi yeterli derecede eğitemedikten, iş ve gelişim imkanları sunamadıktan sonra, sayıların ne önemi var...


Şimdi isterseniz; gazetelerde de yer alan bu önemli ve bir o kadar da moral bozucu sonuçları içeren raporun satırbaşlarını aşağıda inceleyelim:

  • 52 milyon 503 bin kişi olan çalışma çağındaki nüfusun 11 milyon 547 binini 15-24 yaşları arasındaki gençler oluşturuyor. Gençlerin 5 milyon 642 bini erkek, 5 milyon 905 bini kız. 11 milyon 547 bin gencin 3 milyon 732 bini (yüzde 32,3) çalışma hayatı içinde yer alırken, 3 milyon 911 bini öğrenimine devam ediyor. 3 milyon 904 bin genç ise ne eğitimde ne de üretimde yer alıyor. Diğer bir ifadeyle her 100 gencin 34'ü atıl durumda bulunuyor.
  • Çalışan 3 milyon 732 bin gencin dörtte birinden fazlası (961 bin) "ücretsiz aile işçisi" durumunda. Bir gelir elde etmeden ve sosyal güvenceye sahip olmadan çalışır gözüken bu gençler, atıllık oranını perdeliyor. Ücretsiz aile işçisi olan gençler istihdam içinde değerlendirilmediğinde atıllık oranı yüzde 34'den yüzde 42'ye çıkıyor.
  • Atıllık oranı kızlarda daha da yüksek. Her 100 erkekten 21'i üretim ve eğitimde yer almazken, bu sayı kızlarda 47'ye yükseliyor. 5 milyon 905 bin genç kızın 1 milyon 317 bini çalışırken, 1 milyon 842 bini eğitimine devam ediyor. Atıl genç kızların sayısı ise 2 milyon 746 bin. Atıl gençlerin yüzde 70'ini kızlar oluşuyor.
  • Genç kızların atıllık oranı toplamda erkeklerin 26 puan üzerinde seyrederken, en büyük fark "lise altı" eğitimli gençlerde kendini gösteriyor. 3 milyon 666 bin "lise altı" eğitimli genç erkeğin 635 bini çalışma ve eğitim alanında yer almazken, atıllık oranı yüzde 17,3 oluyor. 3 milyon 800 bin "lise altı" eğitimli genç kızın 1 milyon 732 bini ne çalışıyor ne de eğitimine devam ediyor ve atıllık oranı yüzde 45,6'ı buluyor. 
  • Genç nüfusta en yüksek atıllık oranı yüzde 53 ile Gaziantep, Adıyaman, Kilis, Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Batman, Şırnak, Siirt illerinden oluşan Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde görülüyor. Bölgedeki 1 milyon 426 bin genç nüfusun 305 bini çalışırken, 364 bini de eğitimine devam ediyor. 757 bin genç ise ne üretimde ne de eğimde yer alıyor.
  • Rapora göre, Türkiye'de 384 bin genç ( yüzde 3.3) okur-yazar bile değil. 1 milyon 114 bin genç de (yüzde 9.6) sadece okuma-yazma biliyor. 6 milyon 353 bin genç (yüzde 55) ilköğretim seviyesinde bir okuldan mezun iken 3 milyon (yüzde 26) genç ise lise ve dengi okul mezunu. 
  • Genç nüfus içinde üniversite mezunu olanların sayısı ise çok düşük. 11 milyon 547 bin gençten 691 bini (yüzde 6) üniversite mezunu. Bu gençlerin 387 bini kız, 303 bini de erkek. Lise ve dengi okul mezunlarının aksine, üniversite mezunu gençlerin çoğunluğunu kızlar oluşturuyor.
  • Genç nüfusunu büyük ölçüde atıl bırakan Türkiye, az sayıdaki yüksek eğitimli gencinden de yeterince yararlanamıyor. Atıllık oranı yüksek eğitimli gençlerde lise ve dengi okul mezunlarının üzerine çıkıyor. 691 bin üniversite mezunu gencin 333 bini bir işte çalışırken, 83 bini yüksek lisans veya öğrenimlerini destekleyecek dil ve diğer özel kurslar şeklinde eğitimlerine devam ediyor. 275 bin üniversite mezunu genç ise ne iş ne de eğitim alanında kendine bir yer bulabiliyor. Diğer bir ifadeyle üniversite mezunu gençlerin yüzde 40'ı "atıl" durumda bulunuyor. Bu oran lise altı ve lise mezunlarında yüzde 32, okuma-yazma bilmeyen gençlerde ise yüzde 81.
  • 2010 Haziran ayı itibariyle atıl gençlerin sadece yüzde 23'ü iş arıyor. 3 milyon 904 bin atıl gencin 882 bini işsiz. Atıl gençlerin yüzde 16'sını oluşturan 621 bin genç ümitsizlik veya diğer nedenlerle, çalışmak istediği halde iş aramıyor. Gençlerde işsizlik oranı 19.1 olurken, iş aramayanlar da dahil edildiğinde gerçek işsizlik oranı yüzde 28.7'ye fırlıyor. 
  • Tüm eğitim seviyeleri içinde en yüksek işsizlik oranı yüzde 29 ile yüksek eğitimli gençlerde yaşanıyor. 691 bin üniversite mezunu gencin 275 bini atıl iken, atıl yüksek eğitimli gençlerin yarısı (136 bin) iş arıyor. 14 bin genç iş bulmaktan ümidini kesip tamamen pes ederken, 53 bini de çalışmak istediği halde iş aramaya cesaret edemiyor. İşsizlik rakamlarına iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar da dahil edildiğinde üniversite mezunu gençlerde geniş anlamda işsiz sayısı 203 bine çıkarken, işsizlik oranı da yüzde 37.9'a yükseliyor. Okuma-yazma bilmeyen gençlerde yüzde 13.9 olan işsizlik oranı, lise altı eğitimlilerde yüzde 15.9, lise ve dengi okul mezunlarında ise yüzde 22.8.
  • Eğitimin en önemli katkılarından biri yüksek eğitimli gençlerin, akranlarına göre daha çok kayıtlı işlerde çalışmasını sağlaması oluyor. 15-24 yaş grubunda çalışanların yüzde 60'ı sosyal güvenceden yoksun. Bu oran daha çok büyük işletmelerde çalışmaları nedeniyle yüksek eğitimlilerde yüzde 22'ye geriliyor. Türkiye genelinde tarım sektörü hala istihdamdaki ağırlığını koruyor. Gençlerin yüzde 25'i tarımda çalışırken, bu oran yüksek eğitimlilerde yüzde 4'e geriliyor. Yüksek eğitimli gençlerin en çok tercih ettiği sektör yüzde 56 ile hizmetler sektörü olurken, ikinci sırada yüzde 21 ile ticaret yer alıyor. 

11/11/2010

13. Ücret ve Ödül Yönetimi Zirvesi

   Değerli meslektaşlarım ve bu bloğu takip eden tüm İK dostları,

   Konuşmacı olarak yer alacağım HR Dergi 13.Ücret ve Ödül Yönetimi Zirvesi'nde sizlerle   tanışabilirsem büyük mutluluk duyacağım. Zirve 18 Ocak tarihinde İstanbul'da gerçekleştirilecek olup linki aşağıda yer almaktadır. 

Görüşmek dileğiyle....


11/10/2010

Facebook'ta Paylaşılmaması Gereken 6 Şey...

ABD'de yayımlanan bir habere göre, Facebook ya da diğer sosyal medya araçlarında, bazı kişisel bilgilerin paylaşılması, olumsuz sonuçları da beraberinde getirebiliyormuş. Bazıları tahmin edilir şeyler ancak birkaçı bana ilginç geldi, bu sebeple yazmak istedim:

  1. Doğum Tarihiniz ve Yeriniz: Carnegie Mellon'un yapmış olduğu bir çalışmaya göre, kimlik hırsızları bu iki bilgi sayesinde, tüm mali kayıtlarınıza ulaşabiliyorlarmış.
  2. Tatil Planlarınız: Hırsızlar için kaçınılmaz fırsat; ne kadar süreyle nereye gideceğinizi bilmek.
  3. Ev Adresiniz: Ponemon Enstitüsü'ne göre, sosyal medya sitelerinde adres bilgilerini paylaşanlar, fiziksel ve kimlik hırsızlığı için ciddi risk unsuru oluşturmaktadırlar. 
  4. İtiraflar: İşinizden nefret ediyorsunuz, vergi ödemeleriniz hakkında söylediğiniz yalanlar ya da ilaç bağımlılığınız.... Şirketler, sosyal medya kanallarını çalışanlarla ilgili bu tarz bilgileri takip etmek amacıyla ve işten çıkarmada kanıt olarak kullanmaktadırlar. ABD'de yapılan bir araştırmaya göre şirketlerin %8'i sosyal medyanın kötü amaçlı kullanımı sebepleriyle işten çıkartılmış durumda.
  5. Şifre İpuçları: Eğer online hesaplara sahipseniz, annenizin kızlık soyadı başta olmak üzere birtakım sorulara cevap vermek durumunda kalabiliyorsunuz. Facebook'ta bu gibi bilgileri kesinlikle profilinizde paylaşmayın.
  6. Riskli Davranışlar: Hayatınızda adrenalini, hızlı yaşamayı seviyor olabilirsiniz. Bu gibi meraklarınızı da yine paylaşmamanız öneriliyor: Sigorta şirketleri, katılımcıları ya da potansiyel müşterilerini web üzerinde araştırmakta, alabilecekleri riskleri önceden görerek, başvuruları reddebiliyorlarmış.
Benden söylemesi...

Sosyal Medya ve İş Yaşamı

Sosyal medyanın gücünün hepimiz farkındayız. Tabiri caizse, "insanı rezil de eder, vezir de"... Daha önceki yazılarımda da bu konuya değinmiştim; ilginç GAP vakasının yankıları halen sürmekte.


Bu yazıda farklı bir konu üzerinden sosyal medyanın etkisine değinmek isterim. Yahoo.com'un haber sayfalarında gözüme çarpan bir haber çok ilginç geldi ve özellikle iş yaşamı üzerinde etkisi olduğunu düşündüğüm ve gelecekte de bu tarz durumların ortaya çıkacağını tahmin ettiğimden, sizlerle paylaşmak istedim. 


Olayın detaylarına http://news.yahoo.com/s/yblog_upshot/20101109/us_yblog_upshot/can-criticizing-the-boss-on-facebook-get-you-fired linkinden de ulaşabilirsiniz. Haber kısaca şöyle:


Connecticut'ta kurulu ambulans servisinde çalışan bir acil yardım sağlık teknisyeni, işten haksız gerekçeyle çıkartıldığı için, şirkete dava açıyor. Olay buraya kadar normal gözüküyor; ancak şirketin iddia ettiği gerekçe ilginç: 


Şirket çalışanın işine; Facebook'ta yöneticisine hakaret etmesi ve eleştirmesi nedeniyle son veriyor. Şirket ayrıca, çalışanların Facebook ya da sosyal medya araçlarından herhangibirinde, şirket bilgilerini açığa çıkarmanın, çalışma koşullarını açıklamanın yasak olduğuna dair prosedürlerinin olduğunu da belirtiyor.


Davacı Souza ise, olaydan önce, yöneticisinin müşteri şikayetlerine sendika temsilcisiyle beraber cevap yazmasına izin vermediği için tartışma yaşadıklarını ve fikir ayrılığına düştüklerini belirtiyor.


Dava 25 Ocak'ta başlıyacakmış, kararı merakla bekliyorum.


Bu gibi olaylar, tahminimce önümüzdeki dönemlerde artarak devam edecektir. Mobil iletişimin tavan yaptığı bu dönemde, yerleşik kuralların olmadığı internet dünyasında bu davalara sıkça rastlanacaktır.


Biz İK profesyonellerinin, sosyal medyanın bu yönüne karşı çeşitli prosedür ve uygulamaları yerleştirmek sanırım yeni görevlerimizden biri olacaktır.